Tanrıya gelen acılı sızıntılar arasından dürüst olanları seçildi. Her bir cümlede daha da derine işleyen duygulardan seçildiler. Tanrı biliyordu dürüstü, yalancıyı, ikiyüzlüyü… Teker teker ayrıldılar. Tanrının onlara dokunmalarını beklediler çaresizce.
Kalbi hala atanlara ellerini uzattı Tanrı, gerçekten gerçeği görmeye çalışanlar için. Ama fark edilmenin huzurunu yaşayan bünyeler farklı olanı görmeyi bilemediler. İstediklerinin neler olduğunu bilmeyen acizler ellerini bir oraya bir buraya atarak kirlendiler. Onları temizleyecek kudrete sahip olduğu halde tiksiniyor, istemiyordu artık.
Dizlerinin üstüne çökmüşleri ayağa kaldırdığı her dokunuşta, günah doluyordu içi. Sindirilmesi kolay ama mide bulandırıcı. Aslında sözü edilen tüm bu gerçekler, yalanın en yenilir cinsinden olanı. Aranan huzuru bulmanın en iyi yolu önce huzur vermektir. Anlatmak güç. Parmaklarımın ucunda olanlar çirkin düşünceleriyle yıkılması zor duvarlar örmüş. Dokunabileceğim kadar yakın, göremeyeceğim kadar uzak.
Zincirin her halkasındaki tanımı çoktan yapılmış terimleri yıkmak Tanrı’nın amacı. Bir halkanın yerine diğer tüm halkaların rengini değiştirecek sadece tek bir değişiklik. Zincir paslanmış kirlenmeye gerek yok. Yaşamanın, insan olmanın inceliğine varamayanlara cümle kurmaya hiç gerek yok. Bırak yalnızlığın acı çığlığıyla uyansın tek solukta sabahları.
Tanrının evi günahların başkenti. Elini tuttuklarının cümleleri var ya hani, duvarlarda. Beyaz üzerine siyah kömürle. Artık görülmeyecek gibi değildi. Yankılar çirkinleşmeye, sancılar artmaya başladı.
Gördüysen eğer anlamış olmalısın. Cümlelerin sonunda başkası değil sen olmalısın. Her boş kâğıtta görebileceğin bir yüzüm artık, bazen öfkeli bazen huzur verici. Artık anladın, ben senin Tanrınım!
Emre Alkaç
17 Mart 2009
Son yorumlar